Welcome to my blog, hope you enjoy reading
RSS

2 Kasım 2010 Salı

oğlumun arabası da var artık:)



odası da olacak haftasonu:))


kendim hakkında kesin olarak şöyle bir tespitte bulunabilirim ki bir şeyi satın alırken son iki alternatife kadar kolay karar verebiliyorum. ama iş ikisinden birini seçmek olduğunda delirtecek derecede kararsız kalıyorum!

bir kaç hafta önce bebek arabası ve odası için bir pazarımızı saraçhane ve maskoda geçirdik. hemen tüm alternatiflere bakıp kafamızda aşağı yukarı bir fikir edindik.

araba için saraçhanede mevcut alternatifler arasında kararımızı şu yönde vermiştik. ben bir de jokerdeki alternatiflere bakmak istedim ve orda da bu modeli beğendim. fakat gelin görün ki ana kucağını da hesaba katınca arada iki katı bir fiyat farkı oldu. değer mi değmez mi hangisi derken karar vermek iyice zorlaştı. internetteki yorumlarda kraftın pek önerilmediğini görüp bir de jokerin hatrı sayılır indirimi üzerine denk gelince bebe confort loola modelini almaya karar verdik. şansımıza da indirimin son günü gidip arabamızı aldık. hatta kurduk, oynayıp duruyoruz evde:)

geriye odasına karar vermek kalmıştı. bu iş araba işinden daha zor çünkü özellikler neredeyse yüzlerce çeşitte aynı. sadece dizaynı önemli oluyor. ya renkli renkli, yelkenli dümenli bir oda, ya da sade klasik uzun yıllar kullanılabilecek bir oda. yine kaldık mı iki seçenek arasında! önce denizcilere bayıldık, tamam dedik budur ama sonra ikimiz de vazgeçtik bu janjanlı konseptten. daha göz yormayan bir model beğendik. ama tabi ben ordayken almak mümkün olmadı, ben bir de ikeaya bakmak istedim. neyse efendim pazar sabahı erkenden kalktık ikeaya gittik önce ama önce beğenir gibi olduğumuz mobilyalar bu sefer gözümüze çok zayıf gelince odaya da bir anda karar vermiş olduk. kısmetse bu hafta sonu onu da alıp kafamızı ve cüzdanımızı rahatlatıcaz:))



bu arada;

bebe confort loola araba; 599 TL
creatis oto koltuğu; 369 TL
caploonba picolo bebek odası; 1500 TL

30 Ekim 2010 Cumartesi

korsan taksi kullanalım, bu olaydan kıllanalım



ben demiştim.
toplu ulaşımdan çok şikayet ediliyor, zam kapıdadır demiştim.

neyinize yetmiyor, konserveye dönseniz bile gitmiyor musunuz varmak istediğiniz yere?
kalabalık olacak tabi, istanbulun nüfusu malum, sen de az gez kardeşim!
arada bozulabilir bunlar da kul yapısı nihayetinde
mazot kaç para haberin var mı senin? yok tabi nerden olacak, sen gez koca istanbulu üç otuz paraya...
nefes alamayanlara da nacizane oksijen tüpü için bir firmayla anlaşmak üzereyiz.
ama yine de yaranılmaz size şikayet üstüne şikayet!


ulaşıma %10 zam! bir de bunu az bulanlar var. kokularından yanından zor geçtiğiniz, saygısızlığın bini bi para, hayatımızın pul kadar değerinin olmadığı özel halk otobüsleri ki ben onlara ÖHO kısaltmasını daha uygun buluyorum. zira kendileri ne özel ne halk için.
metrobüste de kademeli ücretlendirilmeye geçilecekmiş. üç durağa kadar 1,35 TL -ki 3 durak genelde yürüme mesafesi oluyor metrobüste zaten- , diğer yolculuk alternatifleri 1,95 TL.

benden sana tavsiye: otobüslerde metrobüslerde sürünme ey vatandaş!
imkanın ölçüsünde yararlan şu istenirse pekala legalleşebilecek şoförlü araç kiralama hizmetinden. tertemiz, yorulmadan, itilip kakılmadan, saygısızlık görmeden, sinir hastası olmadan km başına ortalama 1 TL ye git gidebildiğin kadar.
üç duraklık mesafeyi göz önüne alırsak hele bir de ücreti paylaşacak başka yolcular bulursanız en ekonomik ulaşım aracı olur benden söylemesi.

29 Ekim 2010 Cuma

üşüdün mü?



-çorba içmeyi seviyorsanız

-kalorifere yaslanıp elinizde kahvenizle sokağı seyretmekse boş zamanınızda yaptığınız

-yaz aylarında uzun kollu giymeyi özleyip ilk fırsatta kışlıkları çıkarıyorsanız

-narenciye sıkacağınız mutfağın en kolay ulaşılabilir yerindeyse

-olası ihtiyaçlarda lahana gibi giyinebilmek için kombinleriniz mevcutsa

-bütçede ağırlığı kışlık kıyafetlere veriyorsanız

-sokaktan bozacı her geçtiğinde canınız boza çekiyorsa, vefada park yeri bulamamaktan muzdaripseniz

-kartona pamuktan kar tanesi yaptığınız okul faaliyetlerinizi özlemle anıyorsanız

-soğuktan burnunuzun ucunu hissetmezken girdiğiniz sıcacık kafedeki sahlep/tarçın kokusu bir an için herşeyi unutturuyorsa

-hamam gibi evde yazlık elbiseyle dolaşmak yerine, serin evde en kalın çorabınız ve hırkanızla battaniye altında olmayı tercih ediyorsanız

-cam kapaklı tencerede pıtır pıtır mısır patlatmak zevk veriyorsa

-en paspal giysilerinizi üstüste giyip kartopu oynamaya can atıyorsanız

-ocaktaki yemekler camları buğu yapınca şikayetçi olmuyorsanız

-gece yattığınızda, sabah kalktığınızda hafif bir ürperti duymak hoşunuza gidiyorsa

-artık giymediğiniz kışlıklarınızı arabanın bagajına atıp yolda karşınıza çıkan ihtiyacı olan birine hediye etmek gününüzü huzurlu kılıyorsa

-örmeseniz bile bir sepette renk renk yünleriniz varsa

bu maddelerden bir kaçı bile sizi anlatıyorsa, siz de benim gibi kışı seviyorsunuz demektir...

28 Ekim 2010 Perşembe

damla damla...


yukarıda ben bugün konulu amatör fotoğraf çalışmasını görmektesiniz

dünden beri durmadı yağmur. şikayetçi olan çok. ıslanmaktan, çamur olmaktan -biraz önce düşüncesizce sokağımızdan geçen bir araba, düşünceli düşünceli yürüyen yayadan nasibini fazlasıyla aldı- , trafiğinden -en fazla da trafiğinden şikayet edip duruyoruz.
benim gibi dışarı çıkmak zorunda değilseniz yağmur keyifli de geliyor olabilir. yağmurla özdeşeleşen eylemler var hayatımızda. üzerimize battaniyeyi çekip film izlemek ya da bütün gün tembel tembel okuyup uyumak uyanıp yine okumak gibi.
gazetelerimi aldım, kitabım yanıbaşımda polar battaniyem en ulaşılabilir yerde, çayın altı açık. yerimden kalkmayı bile düşünmüyorum bugün.
babaannemin dediği gibi; 'Allah hayırlı yağmurlar versin'

22 Ekim 2010 Cuma

pelin teyzesi oğluma hediye getirmiş:))


canım arkadaşım pelin, annesinin yetiştirip yazlıktan benim için de taşıdığı organikleri getirmek için uğradı geçenlerde. dalından taze kopmuş o narlar, patlıcanlar, biberler benim için en güzel hediyeydi doğrusu. ama pelin teyzesi gelirken sadece beni değil oğlumu da düşünmüş ilk fotoğraf albümünü de hediye almış bize. boş sayfalarını doldurmak büyük zevk olacak.
pelişim ve berrin teyzecim, teşekkürler ederim....

kalktım sana kek yaptım



sonucunun endişesi ve kan aldırma zorunluluğu sebebiyle haftalardır ertelediğim şeker yükleme testini göz yaşartıcı bir cesaretle bu hafta yaptırdım.
bir takım belirtiler göz önünde bulundurulunca yüksek çıkabileceğini söylemişti doktorum ama neyse ki sonuç normal çıktı. hal böyle olunca ben de şeker orucumu bozmuş oldum ki hem de ne bozmak!
belirtilerden bir tanesi de çok hızlı kilo alıyor olmamdı. 5. ayıma kadar nerdeyse hiç kilo almayan ben 28. haftama +13 kilo ile girdim:( üstelik bunun son dördünü sadece iki haftada aldım:s sonuçtan muayene esnasında odada olan kimse memnun olmayınca oybirliği ile diyetisyene gitmeme karar verdik.
muhtemelen aylarca sürecek olan diyetime başlamadan önceki son günlerimdir diyerek kendime şeker testinden önce de söz verdiğim gibi-tabi sonucuna bağlı olarak- vişneli kakaolu keki yaptım. yani başlıktaki sen aslında oluyor ben:))) sıcak sıcak iki koskocaman dilim yiyince ağzımın içi bi garip oldu. sanırım uzun zaman kek yemem artık.
ama fena olmadı yahu:))
nil de benden bana gelsin, seviyorum kendisini..


Nil Karaibrahimgil - Kek
Yükleyen musicplay. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

11 Mayıs 2010 Salı

dıkkandım haa!!


bir haftadır yokum!
varım da yokum!
mendil kolim, burun damlam, lip stick, antibiyotik en yakın dostlarım. kalan kimseyle görüşmeyi kabul etmiyorum.
hain grip bütün kışın acısını çıkardı. sen misin 'ha haytt bu kış grip yanımdan bile geçemedi' nidaları atan! baharın en güzel zamanında attı sana çelmesini!
çok ağır geçirdim bu gribi. ruhen ve bedenen ağır bir yük taşıyorum şu an.
hayatımda ilk defa reçel yapıyorum, eve yayılan mis gibi çilek reçeli kokusunun zerresini burnum algılamıyor!
fırında tavuk yapıyorum böyle baharatlı kokulu, cık bana kokan bişi yok! hatta yanık kokusunu bile almamışım o derece!
bozuk enginarı pişirmiş sofraya getirmişim bi de bir güzel yiyorum! neyse ki kocam var, neyse ki enginarı yedi, neyse ki zehirlenmedim!
kirazlar erikler çıktı aldım yiyorum ne güzel büyük keyifle. tadı varmış yokmuş kimene! güzel görünüyorlar.
babaannemin bayramdan bayrama yaptığı böreği anneler gününde masadaydı. hatta zeytinyağlı yaprak sarma eşliğinde. yesene nefes alabilirsen!
yemek yiyemiyorum, nefes alamıyorum, koku alamıyorum -en kötüsü de bu galiba- , sokağa çıkamıyorum, kocamla ayrı yerlerde yatıyoruz, kimseyle görüşemiyorum, uyuyamıyorum, yatamıyorum, kalkamıyorum, yapamıyorum, yapamıyorum :(
daha fazla yazamıyorum, kendinizi sakının benden!

7 Mayıs 2010 Cuma

gazeteler bir sayfa daha eksildi!



biraz hasta oldum üzerinize afiyet. sabahları boğazım öyle ağrıyor ki erkenden ayaklanıyorum sıcak bir şeyler içme hevesiyle. bu sabah kalkmışken kocamla bir kahvaltı edelim dedim. masayı hazırlarken de TRT 1 sabah aktüeli açtım, oturdum izliyoru cengizi beklerken. sıra geldi gazete özetlerine. spikerimiz bi gaz başladı okumaya sırayla. okurken değişik bir reklam kuşağına maruz kaldık sayın seyirciler. yahu bütün gazetelerin arka sayfası tam sayfa reklam!
hafta sonları ilk görmeye başladığımızda ciddi tat kaçıran bu hadise, artık hafta içi baskılarına da sıçramış durumda. adam hangi gazeteyi kaldırsa reklam gözümün içine giriyor.
olmasın demiyoruz tabi ki olsun, hatta ben reklamları özellikle takip bile ederim, zevk alırım yani ama reklam yapıcaz diye arka kapak güzellerinden niye mahrum oluyoruz ki!
itiraf edelim şimdi, gazeteyi ilk eline aldığında bir kaç saniye ilk sayfaya göz atıp hemen arka kapağa zıplamayan kaç kişi var ki! tamam önemli pek bir şey olmuyor, ama bu da bir zevk kardeşim.
sayın kurum, kuruluşlar ve gazeteler; arka kapak özgürlüğümüzü elimizden almayın reca edeceğimmm....

22 Nisan 2010 Perşembe

hepinize sesleniyorum...


Her gün bu köşede oturup sizi izliyorum. Sabahtan geceye, geceden sabaha tekrar. İşimin bir parçası bu, gününüzü takip ediyorum. evden ne zaman çıkmanız gerektiğini ve ne zaman döneceğinizi biliyorum. Nasıl bir gün geçirdiğinizi hatta bazen nasıl bir akşam geçireceğinizi bile anlayabiliyorum. Acaba siz benim sizi anlayabildiğimi anlayabiliyor musunuz?

Sokağa attığınız ilk adımda çoğu zaman ilk benimle göz göze geliyorsunuz, günaydın demeden. Ama ben yine de anlıyorum nasıl bir güne uyandığınızı.

Çoğunuz yorgun gözlerle bakıyorsunuz bana. Eğer sabahın erken saatiyse ve mutluluk yoksa bu bakışlarda artık yıldığınız işinize ve hiç sevmediğiniz patronunuza gittiğinizi biliyorum. Gözleriniz uykusuzluktan şişmiş ama gülüyorsa anlıyorum ki aşıksınız. Kıpkırmızı gözleri görünce dün bir şeyler iyi gitmemiş, kibarca gülümsüyorum teselli edercesine, ama siz görmüyorsunuz. Bazen bakışlarınız hiç bir şey ifade etmiyor. O zaman ‘sıradan hayatınızda değişikliğe ihtiyacınız var, bakın elime: Duman’ın üç yavrusu da çok güzel, hem artık size arkadaşlık edebilecek kadar büyüdüler’ diyorum duymak istemiyorsunuz. Siz beni farketmek istemedikçe, ben size daha çok alışıyorum.

Alışkanlıklarınızı ezbere biliyorum artık. Hanginizin baharatlı yemek sevip hanginizin vejetaryen olduğunu, ne marka sigaradan ne kadar içtiğinize tutun da aranızdan kimin dağınık kimin çok titiz olduğunu, hangi mağazalardan alışveriş yaptığınızı, hanginizin yalnız olup hanginizin yalnızlığa hasret olduğunu hatta herkesten sakladığınız siyasi görüşünüzü bile ben biliyorum.

Nasıl bilmem ki herşeyinizi benimle paylaşıyorsunuz. Okuduğunuz kitapları, dergileri, artan yemeklerinizi, artık kullanmayacağınız eşyalarınızı ve yerine aldıklarınızın süslü ama yırtılmış kutularını, kredi kartı ekstrelerinizi ve hatta eski sevgilinizden gelen mektupları bile bana verdiğinizin farkında değil misiniz yoksa?

Günde hiç olmasa bir kez yanıma geliyorsunuz. Geldiğinizde bana beni aşağılayan gözlerle bakıp bir daha hiç gelmemeyi diliyorsunuz. Kokumdan rahatsız oluyorsunuz, aslında kokunuzdan. İçimdekilere bakmak istemiyorsunuz, hayatınızdan çıkarıp attıklarınıza. gün gelecek bazılarını gülümseyerek anıp yeniden sahip olmak isteyeceksiniz oysa ki.

Ben sizin hayatınızdan çıkarmak istediğiniz herşeyi koşulsuz şartsız kabul edenim. Her türlü aşağılamanıza boynum kıldan ince. Peki içimde istemedikleriniz var diye bensiz yaşayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Benim içi pis, kokusu kötü bir kutucuk olduğumu mu sanıyorsunuz?

Bugün bir başlangıç olsun ve bensiz yaşamınızın çöplükten farksız olacağını, görevimin temiz olmama engel olmadığımı farkederek ihtiyacınız olan bir eşyaya nasıl davranıyorsanız bana da öyle davranın. Unutmayın, daha iyi bir yaşam için bana da mecbursunuz!

Sokağınızın çöp kutusu...


dipnot: yaşayan sokağıma çöp konteynırı istiyorum. Bi araba eksik parketsin! Sarıgüle duyurulur...

16 Nisan 2010 Cuma

alice harikalar diyarında

gözlerimi kapadım...

harika bir bahar havası.
kuşlar cıvıl cıvıl.
şu genç ne harika çalıyor akerdeonu, ne renkli giyinmişler ailece...
kahvemi yudumlarken tadını çıkara çıkara; çıtı pıtı hanımlar, beyler geçiyor yanımdan ellerinde alışveriş torbaları..
herkesin yüzünde bir tebessüm bahar karşılanırken
çiçekler her bahar mı güzel oluyor burada?
hiç susmaz mı bu görmüş geçirmiş binalar?
neresi burası? olsun ne önemi var!



hurdacı diye bağıran adam! ecnebi memleketinde türkçe seyyar??
akerdeon nereye gitti?
iski mi! yok artık!!
bi de doğalgaz üstüne! 'doğalgaz fatura çıkarıcam doğalgaz doğalgaz! saatleri okuycam 9 tane açın kapıyı siz'

yan binada tadilat var matkap sesi susmuyor. esnaf tavla oynuyor bir dükkan kapısında. üst kattakinin oğlu geldi okuldan koşarak çıkıyor merdivenleri.
kargocu postacı bakkalın çırağı hepsi bi kapıda. doğalgaz, su iki fatura aynı anda.
akerdeoncu gitti ama gelir yine yarına.
kuşlar cıvıl cıvıl bahar mis gibi benim sokağımda da..
benim yaşayan sokağımda...